ROEN MEDREO: Gerçek yazar cesur olmalı

“Yol Ötesi” romanının yazarı Roen Medreo yazmaya nasıl başladığını, kitabını ve bundan sonraki projeleri anlattı….

ROEN MEDREO: Gerçek yazar cesur olmalı
REKLAM ALANI
09.05.2025
5
A+
A-

Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Kimdir Roen Medreo?

Ben Roen Medreo, Yol Ötesi romanının yazarıyım. Mardin’in dağlık bölgesinde, küçük bir köyde doğdum.  İlk ve orta öğrenimimi Mardin’de tamamladım. Antalya’da Akdeniz üniversitesinde Turizm Rehberliği okudum, bölümü kendime uygun bulmadığım için bir yıl sonra bıraktım ve üniversite sınavlarına tekrar hazırlanıp Kiev/Ukrayna’da Matematik Mühendisliği bölümünü kazandım. 2003-2010 yılları arasında Kiev’de yaşadım. Şu anda global bir yazılım şirketinde yazılım ve bilişim danışmanlığı yapıyorum, geceleri de çocukluktan gelen alışkanlığıma devam ediyorum, yani yazı yazıyorum. Roman, öykü, şiir ve deneme gibi edebiyatın farklı türlerinde çalışmalar yapıyorum.

Yazmaya nasıl başladınız? Sizi teşvik eden biri ya da bir olay olmuş muydu?

Yazmaya çocukluk yıllarında başladım, hatta daha da net belirtmek gerekirse dokuz yaşında başladım. O zamanlar derme çatma bir ilkokuldan başka herhangi bir eğitim-öğretim kurumu vs. yoktu köyümüzde. O yüzden 0rtaokulu okuyabilmem için beni Mardin’deki bir okula yazdırdı ailem. Kalacak yer olarak da ilk başlarda bir öğrenci yurdunda kaldım. Daha sonra, on üç yaşımda tek başıma bir ev kiralayıp yalnız yaşamaya başladım, evet her ne kadar inanılmaz gibi gözükse de on üç yaşında, Mardin’de, küçük bir evde tek başına yaşama cesaretini göstermiştim. Şu günlerde bile insan on üç yaşındaki bir çocuğu markete bile göndermeye çekinirken, o zamanlar nasıl öyle acayip bir karar alabilmiştik inanmak güç, şu anda bile hayret ediyorum; işte daha çocukluk sürecinde öyle sıra dışı bir tarzda hayatın dalgalarına atlayıp yüzmeye başladım.

O küçük evde tek başıma kalmaya başlayınca hem canım sıkılıyordu hem de gece saatlerinde iç dünyama bin bir türlü çocukça düşünce yağıyordu, malum çocuktum ve gece olunca da doğal olarak korkuyordum o saatlerde. Bu durum her açıdan olumsuz değildi tabii, o yalnızlık, bana uzun uzun düşünebilme ve hayal kurabilme şartları da sağlıyordu. Bir gün okulun kütüphanesine gittim ve bana bir kitap vermeleri istedim. Kütüphane görevlisi de bana raflardan Emile Zola’nın, ismini şu an için hatırlayamayacağım, bir kitabını verdi. Sonrasında işte Dostoyevski, Puşkin, Jack London, Balzac derken kitap okumak benim için vaz geçilmez bir boyut bir hayat tarzı oldu, zamanla hem güvenlik hem de bir eğlence dünyası haline geldi benim için. Bir süre sonra kitap okuma aşkım öyle bir hal aldı ki, okuldan çıktıktan sonra bir an önce kitapların büyülü ve özgür dünyasına gömülebilmek için Mardin’in merdivenli yollarında küçük evime doğru koşar adım gittiğim çok oldu. Sonrasında zaten, kitap okumak kendi bireyini yaratır ya, bir süre sonra sen de o okuduğun yazar ailesindekiler gibi bir şeyler yazmak istersin; okudukça yazmak, yazdıkça daha çok okumak gelir içinden. İşte yazmaya böyle başladım. E tabi zaman içinde insan daha da büyüyor, yaşamın içine dalıyor, gerçek öyküler topluyor, daha da karmaşıklaşıyorsun, daha çok tecrübe, daha çok dosya biriktiriyor, böyle devam edersin hayata ve beslendiğin kaynak artıklar attıkça da yazar olarak yazmak hayatla ilişki tarzın haline geliyor. Bir yazar için hayat içinde yaşadıkları, gözlemledikleri, duyumları, olumlu ya da olumsuz olayları onda bir tepki yaratır, tabi bu tepki yazarın iç dünyasında fırtınalara yol açar ki, o da bunu yazıyla, şiirle, romanla açığa çıkarır, o şekilde içindeki fırtına diner, vicdanı rahatlar ve ruh hali sakinleşir. Öfkesini, eleştirilerini, dünya görüşünü, aşklarını, ayrılıklarını yani hayat içinde onun için önem arz eden, kalbinde ve beyninde geçen tüm duygu ve düşünce süreçlerini bir şekilde sayfalara, somut cümlelere dökmek ister, yazarlık hikayesi bu hikâye böyle başlar, bir yazar ruhu taşıyorsanız başka da çareniz yoktur. Gerçek bir yazar yazmadığında tuhaf bir boğulma hissi yaşar ki, ruhsal boğulma da dayanılmaz bir şeydir o ruhta. Yazdığında ancak yüklerinden kurtulabiliyor, tazelenip yoluna devam edebiliyor, gereğini yapmıştır ve kalbi, beyni, vicdanı rahatlamış, ruhunu özgürleştirmiştir çünkü. Yazmak, resim çizmek, bir enstrüman çalmak, bir şarkı söylemek, bunların hepsi aynı kaynaktan beslenir ve benzer sonuçlar yaşatır sanatçıya.

Sanatın tüm dallar çok değerlidir, insan ve medeniyet özellikleri, toplumun tüm katmanlarındaki ruhsal ve düşünsel kalite ve disiplinler, halkın refahı ve huzuru üzerinde etkili olan en önemli etken olarak şüphesiz ki kültür ve sanatı görüyorum, bu bende böyledir. Toplumlar sanat sayesinde evrimleşir, gelişir, parlak bir zihniyet kazanır; çünkü insan sanatla görebilir, büyür, sanatla uygarlaşabilir. Bu konuda sanat, tüm kanunlardan, dinlerden, eğitim veya herhangi bir yönetme sisteminden ve diğer tüm ideolojilerden çok daha etkilidir.

Gerçek bir yazar, tüm insanları kendi çocuğu olarak görür, çünkü sanat yaratmak demek, yaratmak da ilahi bir perspektif ki, bir yaratan yarattığı şeyleri sever, gelişmelerini ve doğru şeyler yapmalarını, ideal bir doğallıkla yaşamlarını ister. O yüzden gerçek bir sanatçı ya özelde bir yazar tüm insanları düşünür, onları geliştirmek, maddi ve manevi her anlamda adil, güvenli, özgür, mutlu, huzurlu ve en uygar şekilde yaşamaları için kafa yorar. Buna tabi önce kendi memleketinden, kendi toplumundan başlar ve büyüdükçe de gezegendeki diğer tüm insanlara ulaşmaya, yetişmeye çalışır.

2018 yılında “Yol Ötesi” okurlarınızla buluşmuştu. Neler anlatmıştınız? Kitabın okura verdiği mesaj neydi?

Daha önce birçok farklı türde yazılar yazdım ama en ciddi çalışmam Yol Ötesi romanım oldu. Yol Ötesi romanı, kısaca hayalleri peşinde koşan bir gencin romanıdır. Bir gencin hayalleri peşinde koşarken ülkesindeki zorlu eğitim ve öğretim sisteminde, toplumun sosyal ve siyasal gerçekliklerindeki karışıklıklar içeresinde mücadele ederken karşılaştığı sosyal, siyasal, ailevi ve bireysel zorluklar; o gencin kendini gerçekleştirme mücadelesi boyunca yukarıda bahsettiğimiz etkenlere karşı olan tepkileri, iç dünyasındaki sonuçları ve en önemlisi de o gencin, hayallerini gerçekleştirmek için gösterdiği azim ve kararlığın romanıdır Yol Ötesi. Bu kitabı yazmaktaki amacım, gençlerimize ideallerini gerçekleştirme yolunda, somut, basit ve eğlenceli bir şekilde roman diliyle her yönden ilham vermekti. Ki bence en önemli ve faydalı olan nokta da burasıdır. Malum ülkemizde çok sorun var. Herkesin, her kesimin de kendince analiz ve çözüm önerileri var tabii ki. Ama her şeyden önce bu durumların kök nedenine fakslanmamız gerekir bence, o da düşünce yapısıdır bana göre. On yıllardır ülkemizdeki eğitim sorunu, ekonomik sorunlar, sosyal ve siyasal sorunlar üzerinde sayısız analiz, program ve yorumlar yapıldı; her taraftan yüzlerce çözüm önerileri seslendirildi. Çok gürültü patırtı koptu ama ne yazık ki hiçbir zaman gözle görülür somut bir sonuç alınamadı, her yeni yılda yeni bir eğitim sistemi, yeni yasalar, yeni çözüm önerileri birbiri ardına sıralandı durdu. Bundan en çok etkilenen kesimde, ülkenin geleceği gençler şüphesiz… Bu gidişat karşısında her şeyin kökten çözümü olarak gördüğüm “İnsana doğru düşünce sistemi” kazandırma işidir. Başlangıç noktası orasıdır. Her şeyden önce insan doğru bir düşünce kapasitesine sahip olmalıdır. Tüm o sorunların çözümü konusunda bu özellik dominonun ilk taşıdır. Gençler gelişme çağında doğru bir düşünme sistemi kazandığında, o dinamizm, o gençlik tutkusu ve ateşiyle zaten her şeyi düzeltebilecekler zaman içinde. Burada şöyle bir soru akla gelebilir “Peki ama hangi doğru düşünce” buna cevabım şu olur, herhangi bir düşünce, ideoloji ya da fikir akımından bahsetmiyorum, herkes kendi inancını kendi özel düşüncesini tabii ki de kendisi inşa eder; ama ben, sağlıklı bir şekilde, empatiyle, hoş görüyle, bütünleştirici ve ahlaklı bir şekilde çalışan bir düşünce sistemi kazanımından bahsediyorum. Herkes aynı düşünmek zorunda değil, aynı düşünmemelidir de ki zaten dünyanın hiçbir yerinde hiçbir toplumunda insanlar aynı düşünmüyor, düşünemez, düşünmemelidir de; doğaya, gelişime aykırıdır bu, ama uygar toplumlarda insanların en iyi başardığı şey, doğru düşünme sistemini toplumun genel yapısına kazandırabilmiş olmalarıdır, farklı düşünceler aslında bir zenginlik, bir gelişme nedenidir. Bizde ise, her şeyde olduğu gibi, maalesef tüm zenginliklerimizden nasıl faydalanabiliriz değil de onlarla nasıl kavga ederiz, nasıl dışlarız, nasıl yıkarız, nasıl yok ederiz vs gibi saçma sapan pratiklerle olayın içine dalıyor, bununla beraber hem kendi enerjimizi hem de diğer tüm farklı düşüncelere sahip olanların enerjisini darmadağın eder, içinden çıkılmaz hale getirir, yılları kaybeder ve kaybettirir herkes için baş belası sorunlar yaratırız. Bu durumun değişmesi lazım. Ne ile, analitik, empati ile, hoş görü ve erdem ile; peki onlar nasıl kazanılır, kitap ile, kültür ile müzik, resim ve bilim ile… Gerçek bir yazar bunun için yazar, hayatı anlamak, anlatmak, anlamlandırmak için yazar…  Ben de bu amaçla yazıyorum.

Son olarak neler söylemek istersiniz?

Ben isterim ki, ülkemiz insanı daha çok mutlu olsun, tüm farklılıklar bir arada barış içinde, özgürce, huzur içinde yaşasın. Türk, Kürd, Alevi, Sünni, Dindar, Dinsiz kim varsa, diğerlerinin tüm özelliklerine saygı duyarak toplumun uygar bir bileşkesi olsun; İnsanlarımızın birbirlerini sevmenin, gerçek bir toplumsal ruhu kurmanın yollarını bulması lazım, başka türlü olmuyor, başka sürdürülebilir bir yok, başka yaşanılabilir bir alan yaratma yöntemi yok, akıl var mantık var, toplumun ciddi bir kesimi ızdırap çekerken diğer kalan kesim mutlu olamaz. Uygar ve özgür toplum ruhunun oluşması şarttır, medeniyet de bir organizmadır sonuçta, sosyalitede göz de var, kulak da var, ayak da kalp da beyin de var, hepsi bir benliğin parçasıdırlar, uyum ve bir benlik birliği içinde çalışmak zorundadırlar. Yani her bir birey toplumu, kendisi olarak görmeli ve öyle yaklaşmalıdır ki, özgürlük, yaratıcılık huzur ve refah yeşerebilsin toplumumuzda. Bunun dışında herhangi başka doğru bir yol yok, bunu herkesin anlayabilmesini dilerim. Yıllarca boyunca milyonlarca insanın o devasa enerjisi polemiklerle, bitmek bilmeyen saçma sapan tartışmalarla, çözümü çok kolay olan sorunların, analitikten, evrensel normlardan, bilimsel aydın bakış açılarından, ahlaktan uzak yöntem ve yaklaşımlarla, toplumun ve zamanın realitesini analiz edemeyen, işin ehli olmayan statükoların elinde çözümsüz birer vakıa haline gelmesi çok dramatik, çok üzücüdür gerçekten. İnsanların ömürleri, hayatları, hayalleri heba oluyor bu kaos ve paradokslardan. Oysa orada güzel ve aydınlık bir yol var, en kolay en samimi yol orasıdır, yani analitik, saygı, empati ve sevgi yoludur, uygar dünya bu sıkıntıları nasıl aştıysa bizde aynen o şekilde aşacağız bir gün, sadece kaybedilen zamana yazık. Doğru düşünce sistemine sahip bireylerden oluşan sağlıklı bir toplum ruhunu hep birlikte kurabilirsek, o zaman el, ayak, göz, beyin her şey sağlıklı bir koordine ile çalışır, verimli, samimi, bilimsel tartışmalar ve çalışmalar doğal olarak ortaya çıkar; insan hayatına faydalı, anlamlı kazanımlar elde edilebilir olacak. Birey de kazanır, toplum da, devlet de yani Türk, Kürd, Arap, Çerkez, Dindar, Dinsiz vs herkes kazanır. Herkes gülümsesin istiyorum, hep birlikte gülümseyelim, bu konu çok mühim.

Dipnot: “Korku, gerçeği görmenin hakikati hissedip kendine saygı duymanın ve anlamlı bir hayat serüvenini yaşamanın önündeki en büyük engel insan ruhunu karanlıklara boğan çirkin bir gölgedir.

Kalbinizi korkuyla kirletmeyin, cesaretin ışığıyla yola devam edin…”

REKLAM ALANI
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.